Dünya’da dördüncü Avrupa’da birinciyiz

Reklam

Dünya Sağlık Örgütü raporuna göre Türkiye %32.1 obezite sıklığı ile Avrupa’da birinci ülke konumunda. Rakamların endişe verici nitelikte olduğunu belirten Endokrinolog Prof. Okan Bülent Yıldız, ülkemizde her 3 erişkinden birinin obez, birinin fazla kilolu ve sadece birinin normal vücut ağırlığında olduğunu söyledi. Peki obezitenin hızlı artışından, yemeği sevmek mi, hareketsiz bir hayatı seçmek mi, yoksa açlık hormonu ghrelin mi daha fazla sorumlu? Son zamanlarda fazla kilolarından kurtulmak isteyenlerin “can simidi” olarak gördüğü obezite cerrahisinin hangi hastalarda ve nasıl yapılması gerektiği konusunda uluslararası kılavuzlar ne diyor?

Dünya Sağlık Örgütü, 50 yıl öncesine kadar gelişmiş ülkelerde belli oranlarda görülen obeziteyi, bugün dünya geneline yayılmış bir sorun olarak kabul ediyor. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde de kilolu ve obez sayısının hızla arttığını vurgulayan Örgüt, obeziteyi “salgın” olarak nitelendiriyor.

Küresel Hastalık Yükü Uluslararası Araştırma Grubu tarafından “New England Journal of Medicine” dergisinde yayınlanan obeziteyle ilgili bir makaleye atıfta bulunan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız’ın, “Bugüne kadar obezite konusunda yapılmış en geniş çalışma özelliğini taşıyor” dediği makaledeki veriler çok çarpıcı.

Onclick Popunder

Fazla kilolu ve obez sayısı 2.2 milyarı aştı

1980’den 2015’e kadar 195 ülkenin verilerini kapsayan çalışmanın sonuçları 2015 yılı itibarıyla dünyada 108 milyon çocuk ve 604 milyon erişkinin obez olduğunu, toplam fazla kilolu ve obez sayısının ise 2.2 milyarı aştığını gösteriyor. Çocuk ve erişkin obezitesi 1980’den beri 73 ülkede iki katına çıkmış durumda.

DSÖ raporlarına göre Türkiye’nin obezite ve aşırı kilo sabıkası da bir hayli kabarık. 2018’de yayınlanan Dünya Sağlık Örgütü raporuna değinen ve ntv.com.tr’nin sorularını yanıtlayan Prof. Yıldız, Türkiye’nin %32.1 obezite oranıyla Avrupa’da birinci ülke olduğunu aktardı, “Türkiye’de her 3 erişkinden biri obez, biri fazla kilolu ve yalnızca biri normal vücut ağırlığına sahip. Çocuk ve ergen obezite rakamlarımız da gelişmiş ülkelere benzer” dedi.

“Metabolizmanın alışık olmadığı anormal çevreye normal cevabı”

Prof. Yıldız, çok sayıda yerli ve yabancı uzmanı Antalya’da bir araya getiren Uluslararası 6. EndoBridge kongresinin de en önemli konu başlıklarından birinin obezite olduğunu söyledi. Obeziteyi, “genlerimiz ve metabolizmamızın alışık olmadıkları anormal çevreye normal cevabı” olarak tanımlayan Dr. Yıldız, obezitenin durdurulamayan artışındaki sebepleri; “1970’lerden beri genlerimizde bir değişiklik yokken çevremizde önemli değişiklikler var. Otomobil, televizyon, bilgisayar gibi etkenlerle değişen sosyal yaşam ve çalışma şartları ile birlikte azalmış fiziksel aktivite, azalmış gece uykusu ve günlük kalori tüketiminde artış obezite gelişimini kolaylaştırıyor. Son yıllarda insan bağırsak florasında doğal olarak yer alan mikroplardaki (bağırsak mikrobiyomu) değişimin de obeziteye katkısı olduğu ortaya çıktı” şeklinde özetledi. Obezite tanısında en sık kullanılan kriter vücut kitle indeksi (VKİ). Erişkinlerde kg cinsinden ağırlığın metre cinsinden boyun karesine bölünmesiyle ortaya çıkan rakam. VKİ’nin 18.5 – 25 arasında olması normal, 25-30 arası fazla kilo, 30’un üzerinde olması ise obezite olarak değerlendiriliyor. Aslında bu kaba bir rakam ve vücuttaki yağ miktarını her zaman doğru olarak yansıtmayabiliyor. Obezite tanısında daha hassas metotların kullanılması gerektiği konusunda devam eden tartışmalar mevcut.

Obezitenin diyabet, metabolik sendrom ve kanser başta olmak üzere çok sayıda hastalığın ortaya çıkmasında önemli rol oynadığı biliniyor. Peki, vücut kitle endeksinde ivme yukarı doğru ilerlemeye başladığında insan bedeninde ne gibi değişiklikler oluyor ve fazla kilonun metabolizmaya verdiği zarar adım adım nasıl işliyor?

Obezitenin birçok hastalığın görülme sıklığını, şiddetini ve ölüm oranlarını artırdığına vurgu yapan EndoBridge Kurucusu ve Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız’ın, bu soruyu yanıtı şöyle:

“Örneğin VKİ’de her 1 kg/m2 artış diyabet riskini yaklaşık %20 artırıyor. Obezite ilişkili hastalıklar arasında diyabet, lipid ve kolesterol bozuklukları, hipertansiyon, koroner kalp hastalıkları, uyku apnesi, bazı kanserler, karaciğer yağlanması, reflü, eklem rahatsızlıkları, polikistik over sendromu ve kısırlık sayılabilir. Obezitede VKİ artış ile birlikte esas risk teşkil eden vücutta karın bölgesinde ve iç organlar çevresinde biriken yağ miktarının artması oluyor. Bu durum kanda serbest yağ asitleri artışına, dokularda düşük dereceli iltihaplanmaya, vücudun anti-oksidan kapasitesinin zayıflamasına ve insülin direncine neden oluyor. Tüm bu mekanizmalar obezite ile ilişkili metabolik hastalıkların gelişimini tetikliyor.”

Açlık hormonu ghrelin vetokluk hormonu leptinin kiloya etkisi

Vücut ağırlığının değişiminde; yağ dokusu, beyin, mide, bağırsak sistemi, karaciğer ve iskelet kası arasında onlarca hormon aracılığıyla çok sayıda mekanizma rol oynuyor. Bu hormonlardan en iyi bilinen ikisi ise açlık hormonu ghrelin ve tokluk hormonu leptin. Ghrelin her yemekten önce mideden salınıyor, acıkmayı ve yemek yeme hissini uyararak yağ artışı ve kilo alımını kolaylaştırıyor. Ayrıca, hipofiz bezinden büyüme hormonu salgısını uyarıyor. Leptin ise yağ dokusundan salgılanarak beyindeki iştah merkezinde tokluk hissini uyandırıyor.

Açlık hormonu ghrelin kilolu bireylerde daha düşük

Ghrelin hormonunun açlıkla beraber doğal olarak yükseldiğini, yemek yedikten sonra da düştüğünü kaydeden Endokrinolog Yıldız, obez bireylerde bu hormonun kandaki miktarının zayıflara göre daha az olduğunu söyledi. Ancak obezlerin bu hormonun etkilerine daha hassas olabileceklerini düşündüren veriler bulunduğuna dikkat çeken Uzman, “Diyetle kilo verenlerde ghrelin yükseliyor. Prader-Willi Sendromu adı verilen, ileri derecede obezite, aşırı acıkma hissi ve öğrenme güçlükleri ile seyreden bir bozuklukta, genel obezitenin aksine ghrelin düzeyleri yüksek bulunuyor. Yine aşırı zayıflıkla seyreden kaşeksi ve anoreksiya nervoza durumlarında ghrelin düzeyleri yüksek. Buna karşılık obezite cerrahisi geçiren kişilerde ghrelin düzeylerinde düşme oluyor” bilgisini paylaştı.

EndoBridge katılımcılarından Avrupa Endokrinoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. AJ Van Der Lely’inin de dikkat çektiği konular arasında açlık hormonu ghrelin vardı. Kongre programında yer alan “Ghrelin-Açlık Hormonu ve İnsanın Evrimi” başlığını detaylandıran Prof. Lely, ghrelin (açil ghrelin; AG) ve des-açil ghrelin (DAG) peptidlerinin, çoğunlukla midedeki bir gen tarafından kodlandığını belirterek şunları söyledi:

“Meme kanseri hücrelerinin büyümesini teşvik ettiği kanıtlandı”

“Son dönemde ulaşılan kanıtlar, DAG’nin ayrı bir hormon olarak davranış sergilediğini göstermektedir. DAG’nin AG’nin fonksiyonel bir inhibitörü olduğunu öne süren çalışmaların sayısının giderek artması da klinik açıdan potansiyel önem taşımaktadır. Dolayısıyla DAG veya DAG analogları; diyabet, obezite ve Prader Willi sendromu gibi metabolik bozuklukların tedavisine yönelik erken dönem çalışmalarda incelenmektedir. Ayrıca bugünlerde kanser alanında da ghrelin sistemine daha büyük bir ilgi gösterilmektedir. Lokal ve sistemik faktörlerin, östrojen reseptörü pozitif meme kanseri riski yüksek olan postmenopozal dönemdeki obez kadınlarda meme kanseri hücrelerinin büyümesini teşvik ettiği kanıtlanmıştır. Aromataz enzimi tarafından memedeki yağ dokusunda lokal olarak üretilen östrojenler, kanser hücrelerinin çoğalmasını tetiklemede önemli bir role sahiptir. Dolaşımdaki AG ve DAG düzeyleri obeziteyle hemen hemen her zaman ters orantılıdır. Ayrıca bu peptid hormonlarının bazı tümör hücreleri tarafından da üretildiği ve tümör büyümesini etkilediği tespit edilmiştir. AG ve DAG’nin enerji homeostazı üzerindeki etkileri de tümör gelişimi ve büyümesini etkileyebilir. Son olarak DAG’nin iskemide ve Duchenne müsküler distrofisinde kas hücrelerinin durumunu, diyabet hastalarında ise kiloyu ve glisemik kontrolü iyileştirdiği tespit edilmiştir.”

Obezite ameliyatı ne zaman zorunlu olur?

Doğru beslenme modeli ve hareketli yaşam tarzı, obeziteyle mücadelenin şüphesiz en önemli ayakları. Uzman gözetimindeki doğru diyete ve fiziksel aktiviteye rağmen çözüme kavuşturulamayan obezite tedavisinde ise bazı tıbbi uygulamalar ön plana çıkıyor. Bunlardan biri de son zamanların çok tartışılan konularından biri olan obezite cerrahisi. Obezite cerrahisini tartışmaların odağına koyan nokta ise bu ameliyatlar sonrasında gelişen komplikasyonlar ve ölümler. Uzmanlar, kriterlere uygun doğru hastaya, bu alanda eğitim görmüş profesyoneller tarafından yapılan obezite cerrahisinin istenmeyen sonuçlar doğurmayacağı konusunda hemfikir. Yani bu ameliyatlardaki anahtar nokta, doğru hastaya, doğru ellerin müdahale etmesi gerekliliği.

Obezite cerrahisinin hangi hastalarda ve nasıl yapılması gerektiği ile ilgili uluslararası kılavuzların önerilerine işaret eden Prof. Okan Bülent Yıldız’ın bu konudaki görüşü:

“Uluslararası kılavuzlara göre, diğer tedavilerle başarı sağlanamamış ve VKİ 40 kg/m2 üzerinde olan aşırı obez kişilerde cerrahi uygulanabilir. Yine VKİ 35-40 kg/m2 arasında olup diyabet, hipertansiyon, uyku apnesi gibi eşlik eden hastalıkları olan ve bu hastalıkları tıbbi tedavilerle kontrol altına alınamayan hastalar da cerrahi için adaydır. Obezite cerrahisi yapılmasını önermediğimiz gruplar, tedavi edilmemiş major depresyon ya da psikoz veya yeme davranışı bozuklukları, madde ve alkol bağımlılığı, kalp hastalığı, pıhtılaşma bozuklukları, cerrahi sonrası ömür boyu beslenme önerilerini yerine getiremeyecek hastalardır. 18 yaş altı ve 65 yaş üstü kişilerde de cerrahi önermiyoruz. Obezite cerrahisinin; hastanın ameliyat öncesi hazırlığı, ameliyatı, ameliyat sonrası takibinde tecrübeli, aralarında endokrinolog, genel cerrah, diyetisyen ve psikiyatri uzmanının yer aldığı bir ekip tarafından yapılması uzun dönem ve kalıcı başarı için olmazsa olmazdır. Hastaların ameliyat sonrası uzman bir ekip tarafından uygun aralıklarla takibi yapılmadığında kısa ve uzun dönemde ciddi vitamin ve mineral eksiklikleri, yeme bozuklukları, şeker düşüklüğü beraberinde yaşam kalitesinde bozulma ve hatta ölüm vakalarıyla karşılaşılabilir.”

“Tiroid ultasonunun doğru yorumlanması kritik önemde”

Amerikan Endokrin Derneği Başkanı Prof. Dr. Susan Mandel ise EndoBridge kongresindaki sunumunda tiroid hastalıklarında doğru tanının önemine değindi. Tıbbi görüntüleme tekniklerindeki gelişmelerin tiroid nodüllerinin tanısında avantaj sağladığını belirten Prof. Mandel, tiroid nodüllerinin büyük çoğunluğunun iyi huylu olduğunu söyledi, “Tiroidin ultrasonla görüntülenmesi, kanser riskinin değerlendirilmesini ve ince iğne aspirasyon biyopsisine gerek duyulan nodüllerin tespit edilmesini sağlayabilir. Dolayısıyla tiroid ultrasonunun doğru uygulanması ve yorumlanması kritik önem taşır. Bir nodül, biyopsi açısından uygun olsa da sonuç bazen belirsiz olabilir, yani iyi huylu veya kanser tanısı kesin olarak konamayabilir. Bu durumda klinisyenin, hastanın cerrahi ya da gözleme devam seçeneklerinden hangisine uygun olduğunu değerlendirmek için atılacak en doğru ve maliyet etkin adımları tespit edebilmesi önemlidir” değerlendirmesinde bulundu.

Uluslararası tanı ve tedavi kılavuzları 2018 yılında yenilendiği için diyabet ve polikistik over sendromu başlıklarının da EndoBridge kongresinde öne çıktığını belirten Prof. Yıldız, oturumlarda dünyada alanlarında lider isimlerin Türkiye’de ilk kez konferans verdiklerini sözlerine ekledi.

Ntv

-Reklam- Bu Haberler de İlginizi Çekebilir

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz